Web Tasarım Ankara

 

HACI BAYRAM-I VELİ SAHNEYE ÇIKIYOR.

Hacı bayram-ı veli hazretleri hakkında tiyatro oyunu yazmaya karar verdiğim zaman bu projeyi ilk önce öğrencilerimle paylaşmıştım… Ankara’nın mana önderi olmasına rağmen bugüne kadar tiyatro eseri olarak sahnelenmemesinin verdiği sorumlulukla ilk defa tiyatromuz tarafından sahneye konulacak olması öğrencilerimi heyecanlandırmış ve oyun araştırmalarımız hız kazanmıştı… O sene Öğrencilerimin çabaları sayesinde oyunumun ilk perdesini iki ay gibi kısa bir zaman içinde yazıvermiştim… Sonrasında yazdığım birinci perde dahil tüm sanatsal arşivim bir dalgınlık sebebiyle kaybettiğim diz üstü bilgisayarımla bir anda uçup gidivermişti… Emeklerimin zayi olmasının verdiği kırgınlıkla mı bilemiyorum oyunumu yazmaya ara vermiştim… Sonrasında geceleri rüyalarımda veli hazretleri üzerine sohbetlere katılıyor ve onun yaşadığı yıllarda kendimi bir at sırtında buluveriyordum.

Ak şemsettin hazretlerinin hacı bayram veli hazretlerinin öğrencisi olabilmek için Bursa’dan gelip şimdiki adıyla samanpazarı olan meydanda Hacı bayram veli hazretlerinin yoksullar için kurmuş olduğu yardım sandığına atılan paraları görünce Hacı bayram hazretleri hakkında  yanlış intibaya düşüp geri dönerken yolda gördüğü rüyanın içinde buluvermiştim kendimi. Rüyaların verdiği ızdırap ile tekrar yazmaya karar verdiğim zaman ruhumun derinliklerinden dökülen sözler Aklımın dengesiz kıvranışlarına sebep oluyor ve sorularıma tekrar, tekrar cevap aramaya başlıyordum... İşte bu sorularla hasbıhal ettiğim bir gece; bulduğum cevapları yazıya dökme telaşıyla kendimi tiyatro oyunumu tekrar yazarken buluvermiştim… O heyecanın verdiği iştahla oyunun 1. Perdesini bitirivermiştim. Sabahın nuruyla uykulu gözlerimin son dermanıyla klavye tuşları üzerinde yazdıklarımı kaydetmeye çalışırken ekrandaki yazılar silinivermişti. Bütün bir gece uğraş verdiğim emeği, PC denilen modern çağın hastalığı bilgisayar yutuvermişti. Bu işte bir hikmet vardı geçen sene bilgisayarım kaybolmuş ve yazdığım oyun o bilgisayarla birlikte yok olmuştu ve tekrar büyük emeklerle yazmaya karar verdiğim eser cahil olduğum bilgisayarın tuşları arasında heba olmuştu.

O günden sonra içimde bir korku birikmişti.

Acaba Veli hazretleri gönderdiği bu işaretlerle bu oyunu yazmamı istemiyor muydu? ve ben neden hala bu işaretleri görmüyor ısrarla onu sahneye koymaya çalışıyordum. İşte bu deli sorular aklımda tespih taneleri gibi dizilirken oyuna dair intihar cümleleri sorgularım sayesinde korkularımı tetikliyordu.  On sekiz yıldır yaşadığım sanatçı dostu Ankara ve onun manevi önderi Hacı Bayram veli hazretlerini sorgularken, düşüncelerim Moğol istilasına uğramışçasına zihnimde tarumar oluyordu...

Sonrasında veli hazretlerinin türbesine dair ziyaretlerim sıklaşmıştı. Daha önce defalarca okumama rağmen oyunuma dair bana bir şey ifade etmeyen çok öenmli bir şiiri bu ziyaretler sayesinde artık bana şeyler fısıldar olmuştu.

Diyordu ki veli; ‘’Bilmek istersen sen seni, Can içre ara canı, Geç canından bul anı, Sen seni bil sen seni…’’ Bu satırlar içimde saklanan umut ışığını ortaya çıkarıvermişti.

Veli hazretlerine dair bildiklerimde bir sıkıntı yoktu ama ya kendim?

Evet ben bu oyunu yazacaksam şayet önce kendimi tanımam gerektiğini ve iç yolculuğumda dehlizleri bilmemden geçtiğini fark ettim. İşte o saatten sonra kendimi kendimde bulabilmek için; yüreğimin çilehanesinde yirmi dört saat zikir çekmem gerektiğini anlayıvermiştim… Veli hazretleri bizlere bu cümleler vasıtasıyla çok önemli bir şey söylüyordu ve ben oyunu yazmakla meşgul olduğum için bu önemli şeyi fark etmiyordum.

Eğer bir kimse, kendi cemalini gönül aynasında zatı vasıtasıyla görür. Bu görüş sayesinde o cemali sorgular ve sorgular düşüncelerine yeni pencereler açar. Ve kişi o pencereden bakarken düşünme özelliği sayesinde soruları ortaya çıkarır. Sorulara cevaplar ise okumasını bilirsek şayet zaten gönül aynasında mevcuttur.

Bu sorgulama esnasında kendini bu iç gözlem ile görür  ve okumayı bilebilirsen, aslına özüne ulaşırsın... Ben aslında öz itibariyle kendimi merkezde gördüğümü sanıyordum ama gördüğüm kişi aslında ben değilmişim. İnsan kendi özüne yabancılaşırsa kendini kendinde bilemediğini, tanıyamadığını, ve aslına rücu edemediğini fark ettim.

 İnsanlar sıfat, fiil çokluğundan kurtulup özündeki vahdete yani tekliğe ulaşırsa kendi aslına kavuşmuş olur ve bu sayede sıfatına yabancılaşmadan kurtulmuş olur.

İşte o noktada iç huzuru bulur.

Sorgular, sorgular, sorgular… Kendi iç dünyamda huzuru bulmak için sorularımı tetikliyordu ve daha önce bildiğimi sandığım her şeyin aslında yanlış olduğunu ve sorgulama cesaretimiz varsa zaten her şeyin aslına rücu ettiğini ve her şeyin öyle veya böyle O nefeste gizli olduğunu fark ettim… Aldığım her nefesin kıymetini yazmaya karar verdiğim bir oyun vasıtasıyla gerçeklere doğru yolculuk yaparken buluvermiştim... Başka bir şeye ihtiyacın kalmaz, eğer kendini bu iç gözlem ile bilebilir, aslına ulaşırsan...

O sene kendi iç dünyamın gölgesinde Veli hazretlerini tekrar yazmaya karar verdiğim zaman oyunun adının O NEFESTE GİZLİ HER ŞEY olmasını karar vermiştim.

Önceki oyunlarımı sahneye koyarken oyun içerisinde aynı anda yönetmen ve oyuncu olmak sanata dair gücümü çok daha güzel yansıttığına inandığım için oyunda Veli hazretlerini ben üstlenmiştim.  Oyun seyirci karşısına çıkmaya çok az bir zaman kalmıştı ve oyunun çok önemli bir aksesuarı olan asa (değnek) istediğim ölçülerde bulunamamıştı.

Hacı Bayram veli hazretleri, mürşidi somuncu babadan miras kaldığına inandığım asa şekil itibariyle oyun içerisinde çok önemliydi. Ve oyunun seyirci karşısına çıkmasına bir gün kala getirilen sopalar içimde bir şeyleri eksik bırakıyordu. Oyun çıkmadan önce tekrar veli hazretlerini ziyaret etmem gerekiyordu. Ve o gün türbe ziyareti dönüşü hazrete çok yakın olan çıkrıkçılar yokuşunda tutmadığı için topraktan söküp bir köşeye atılan kurumuş bir fidan parçası içimdeki veli aşkını körüklemiş o fidan parçası sayesinde oyunuma çok daha sarılmıştım. O değnek sanki içimdeki yeteneği tekrar ortaya çıkarmış ve sahnedeki Hacı bayram veli hazretlerinin karakterine dört elle sarılmama sebep olmuştu. Oyun seyirci tarafından yoğun ilgiyle karşılanmıştı. Veli hazretlerine ilgisi olan tüm sevenleri bir sezon boyu oyunun kapalı gişe oynamasını sağlamıştı. Sezon sonu repertuarda bulunan diğer oyunlarımızın başarısı gişede taçlanınca sezonu alnımızın akıyla bitirmiştik.

O sene Ramazan ayı Temmuz ayına rast gelmiş ve yeni sezon oyunlarının provalarına bir süre ara vermiştim. Sonrasında hiç ummadığım anda meddahlık teklifi gelmişti. Teklif çok özel ve bir o kadar ilginçti. Hacı Bayram camisinin hemen arkasında veli hazretlerini bir Meddah olarak anlatmamı istedirler. O sene tiyatro sahnesinde veli hazretleri rolüm için giydiğim kostümle onu ziyaret eden insanlara anlatacaktım. Bu hayatım boyunca alabileceğim en güzel teklifti. Veli hazretleri bir şekilde türbesinin yanında onu anlatmam için bana bir işaret vermişti. Küçük bir sahne kurulmuş ve önünde hasırdan küçük sandalyeler konmuştu. Namaz vakitleri sonunda camiden çıkan ya da onu ziyaret eden insanları elimdeki değneği sahneye vurarak hikâyelerimi dinlemeye davet ediyordum. İnsanların hiç alışık olmadığı bu durum bir hayli ilgi çekmişti ve veliye dair anlatmakta olduğum hikayeler pür dikkatle dinlenir olmuştu. Hikayelerim bittiği zaman insanların hayran bakışları arasında sahneden iniyor ve bir sonraki hikayeye kadar dinlenmeye çekiliyordum. O gün ikindi namazı sonrası yaşlı bir teyzenin sahneden inerken avucuma sıkıştırdığı kağıt parçası bütün dengemi alt üst etmişti. Avucuma sıkıştırdığı kağıtta teyzem oğlunun çok alkol aldığını ve onun doğru yola kavuşması için dua etmemi istemişti…

 İçimde buruk bir korku bütün bedenimi teslim almıştı. Acaba İnsanlar sahnede meddah hikayelerimi anlatırken benimde bir veli olduğumu mu düşünmüşlerdi? Sonraki seanslarda yanlış anlamalara fırsat vermemek için hikâyelerimi anlatmadan önce bir tiyatro oyuncusu olduğumu ve üstümdeki kıyafetin o sene sahnede canlandırmaya çalıştığım Hacı bayram-ı veli hazretlerinin kostümü olduğunu anlatıyordum ve sonrasında hikayelerimi anlatmaya çalışıyordum. Bir caminin meydanında kurulan küçük bir sahnede böylesine bir etkinlikle ilk kez karşılaşan insanlarımız ziyaret ettikleri Hacı bayram-ı veli hazretlerine dair bilmedikleri ne kadar çok şey olduğunu fark etmiş ve gösterimi dikkatle dinlemeye başlamışlardı.

Lakin her gösteri sonu elimi öpmeye çalışan avucuma ve kemerime sıkıştırılan pusulaların haddi hesabı olmuyordu. Ben üstüme düşen vazifeyi yapıyor oyuncu olduğumu oyun başında ve sonunda anlatıyordum ama yinede insanlar çevremden ayrılmıyor ve ağzımdan çıkacak küçücük bir söze dahi ne kadar önem verdiklerini görüyordum. Her gösteri sonunda toplanan dua istekleri gittikçe artıyordu. Günaha girmemek için camimizin imamına bu durumu izah ettim. Seyircilerimin oyun sonunda hikmetim olduğunu düşünerekmi yoksa başka bir şeyden mi bilemiyorum pusulalara yazdıkları ifadelerde isimler verdikleri kişiler hakkında dua istediklerini ve benim içimde yanlış yaptığıma dair bir korku oluştuğunu ve ne yapmam gerektiğini sorduğumda.  Tebessüm ederek üzülmemi söyledi ve gurur duymam gerektiğini ve hissederek anlattığım her cümlenin seyircilerimin gönüllerine dokunduğumu ve bu sayede benden dua istediklerini söyledi. Ayrıca başkalarından Dua talep etmek insanlarımız üzerinde bir alışkanlık haline geldiğini ve doğru olanın dua için bir başka aracıya ihtiyaç duyulmaması gerektiğiydi.  Elimdeki kâğıtları gösterdiğimde bir müslümanın bir başka müslüman için dua etmesi güzel bir davranıştır diyerek kağıttaki isimleri dualarımın arasına sıkıştırmamın çok doğru bir davranış olduğunu söyledi.

Cami meydanına kurulan sahnede sergilediğim meddahlık rolüm sayesinnde yüreği güzel insanlarla tanışmış ve cemalini bilmediğim birçok insana dualar etmiştim. Sahnenin kuvvetini oyunculuğun gerçekliğe sığınan rol anlayışının ne kadar önemli olduğunu anladım. Hacı bayram-ı veli hazretlerini sahneye çıkarmaya çalışırken üzerinden üç yıl geçtiğini fark ettim. Üç yılda bende çok şey değişmişti. Kendimi kendimde bulabilmenin kapısını aralamıştım ve bu sayede hayat sahnesinde oyunculuğumun ne kadar geliştiğini fark ettim. Bir oyuncu kendindeki farkı fark edebilmesi için muhakkak temiz bir yüreğe ihtiyacı olduğunu gördüm ve bu sayede hayal sahnesinde canlandıracağı karakterlerin temiz bir nefese sahip olabileceğini öğrendim.

*MEDDAH: Methedici (övücü), taklitler yaparak Tiyatro sahnesinde ya da dört tarafı açık meydanda halkla göz, göze temas kurmayı becerebilen, canlandırma ve benzetme öğelerinden yararlanarak öykü anlatma sanatına sahip tiyatro oyuncusu ve yönetmenidir.

 

TÜM HAKLARI SAKLIDIR, İZİNSİZ KULLANILMAZ

 
Yorumlar


Hiç Yorum Yapılmamış. İlk yorumu siz yapın...