Web Tasarım Ankara

 “Ayakları olmayan birine koşmayı öğretemezseniz’’

Eric Morris

Dikensiz gül olmaz…

Olgunlaşma evresinde kabul etmeyi erdem saydığım sayısız hatalarımla yüzleştim. Ve onları bulunduğu yerden çekip çıkardığım zaman emin olun canım kor gibi yanardı... Onca acıya rağmen tevazu sınırlarını zorlayıp kusurlarımı örnek olsun diye meddah hikâyelerimde anlatırdım. Bu sayede hatalarımı hakir görüp nefsimin karşı konulması zor olan şımarıklığına savaş açardım...

Bu zorlu savaşta nefsime karşı galip geldiğimi anladığım an yüreğimdeki huzurun mutluluğunu sonunda zayıflığım ortaya çıkıyor olsa da seyircilerimle paylaşmakta imtina görmedim... Bir insan hatalarıyla yüzleşmeyi göze alabiliyorsa zayıflıklarından beslenen aç obur nefsine açıkça meydan okuyor demektir...  Bu meydan okumayı zayıflık olarak gören kişiler olabilir ama ben o kişilerin nefsiyle yüzleşmeye cesareti olamayan sahte cengaverler olarak görüyorum.

Ben hatalarım sayesinde yöneldiğim yanlış istikametten yüreğime giren kramplar sayesinde uzaklaştım... O kramplar; pişmanlıklarım ölçüsünde beni yanlışa düşmelerimden uzaklaştırdı ve her adımda yüreğim huzura bir adım daha yaklaştı... Olgunluk aşamasında fark ettim ki mükemmel olma isteğim hırslarım sayesinde sahne başarımı yukarı doğru değil de aşağı doğru çekiyordu. Yapabileceğime inandığım birçok iş bu sebeple her defasında yarım kalıyordu. Yarım kalan işlerime o saatten sonra dokunmaya bile cesaret edemiyordum.

Sonra anladım ki bu dünyada kimse mükemmel değildi olamazdı da... Bu sebeple içimde yarım kalan işlerin hatalarını sevaplarını da başarısız olduğum sahnede anlatmaya başladım. Anlattıkça yanlışlarımla barışıyordum ve beni sahnede sakatlayan ne varsa artık tebessüm etmeme sebep oluyordu.

Benim gibi hemen herkesin geçmişinde sakladığı ve bir şekilde yüzleşmekten korktuğu hataları elbette vardır... Ben kendi kusur ve zaaflarımı görüp onlarla yüzleşerek bir nevi barışarak ve bu sayede yeteneğimi terbiye ederek kendimi çok iyi tanıdım..

Kusurlarımı görmeden kusursuzluğu seçenlerden olmadım.

Her hata da gösterdiğim pişmanlık ölçüsünü irade gücümün kontrolüyle ele geçirdim ve hak yolunda kendimi hayat sahnesinde düzeltmeye çalıştım...

Oyuncu adayı kardeşlerim, Kendinizi tanımak istiyorsanız sizi aşağı çeken hatalarınızla yüzleşin ve onları tedavi etmek için kendinize bolca zaman verin. Bakın aşağıdaki kısa hikayede ne söylemek istediğimi çok iyi anlayacaksınız

-Bir adam, doktora gelir ve ağlayarak sızlayarak "Hastayım, bir yerimin ağrıdığından kesinlikle eminim. Ne olur yardım edin tedaviye çok ihtiyacım var." der.

Doktor, hastayı muayene ederken vücudunun hangi bölgesinde ağrı hissettiğini sorduğunda, adam "Hiçbir fikrim yok, sadece hasta olduğumu biliyorum." diye cevap verir.

Doktor, adamı kovuyormuş gibi odasının kapısını açar ve ciddi bir tavırla

"Ağrısız başa merhem sürülmez. Kendi derdini öğren ki, sana derman vereyim." der.

 

 

Beklenti,

 İç dünyamda bir felce uğramışlık gibiydi,

artık durmak zorunda olmaktan korkuyordum.

Stefan Zweig

 

İçimdeki boşluğu beklentilerle dolduracağımı sanıyordum…

Çocukluğumun esmer hali olan ve acı tatlı günlerime ev sahipliği yapan Şems-in gönül dostum Adananın yoksullukla beslenen sokaklarında dolaşmaktan her zaman huzur bulmuşumdur. 1973 yılında Adana’nın Karşıyaka semtinin en uç noktalarında gecekondu kelimesini tarih sayfalarına altın harflerle yazdıran tahta ve tenekeden bozma evlerin içlerinde tenleri kara ama yürekleri bembeyaz insanlar yaşıyordu...

Evlerine hemen her gün misafir olan güneşi çaput bezlerin beyazlığıyla karşılayıp, sofalarında ağırladıkları komşularıyla imece usulü günlük erzaklarını hazırlıyorlardı. Salça için domates günleri, tarhana için kazanlar dolusu lor peynir günleri ve en çok sevdiğim dolmalık için biber ve  patlıcan günleri yapılırdı. Mahallenin kadınları sırayla bir evin bahçesinde toplanır ve hep birlikte her gün bir komşunun patlıcanlarının içini teker, teker oyup ipe dizerlerdi... O gün mahalle kadınları bizim eve gelmişler ellerinde oyma bıçaklarıyla sofada oturuyorlardı. Annem önce çaylarını önlerine koymuş sonrada bahçedeki patlıcanları ve biberleri sofaya dökmüştü. Çaylarını içerken elleri bir makine gibi çalışıyordu. Annem oyulmuş olanları komşuların önlerinden alıyor ve elindeki kocaman çuvaldızı hepsinin içinden geçiriyor ve çuvaldızın arkasındaki ip sayesinde hepsini tespih tanesi gibi diziyordu. Evimizin bahçesine iplere dizilip bağlanan dolmalık biberler ve patlıcanlar renkleri güneşte kuruyana kadar rengârenk bayraklar gibi salınıyordu. Rahmetli annem; bahçede kurumaya yüz tutan dolmalıkları gösterip bak sarı oğlan, biz insanlar bu patlıcanlar gibiyiz, hepimizin içi boş.

içimizin tekrar dolmasını istiyorsak güneşe dayanabilmesini öğrenmeliyiz...

Yüzümdeki soru işaretini görünce tebessüm ederek ‘Neden boşuz diye sorgulama; çünkü Allah bizleri dolu olarak dünyaya getirseydi, hayatın, öğrenmenin hiç bir değeri ve anlamı kalmazdı. O’nun aşkına nail olabilmemiz için yüreğimizi tıpkı bu patlıcanlar gibi ateşte kurutuyor... Bak bazıları erken pes ediyor

İpte çürümüş ya da kurtlanmış olan patlıcanları koparıp bana gösterdikten sonra ‘bak işte bunlar güneşe dayanamayıp içini nemle ya da kurtla böcekle doldurup kendinin çürümesine sebep olmuş’ sonrada iplerde bozulmuş olanları iplerinden koparıp bir tencerenin içine atıyordu... Sonrasında ‘Sarı oğlan sende bu patlıcanlar gibi çürümek istemiyorsan dertlere ve sıkıntılara karşı dimdik ayakta durmalısın, içini daima temiz ve boş tutabilmeli sin...

Lakin unutma; İçindeki boşluğu neyle ve nasıl doldurduğuna dikkat etmelisin...

İçimdeki o kocaman boşlukla mücadele etmeyi öğrenirken onun dolması için uzun süre bekledim ve tam doldu derken hep bir şeyler eksik kaldı... Bir yudum mutluluk adına maddiyatın gücüyle hayatıma girmesine izin verdiğim bir arkadaş, bazen elbise, araba, makam, mevki ve daha niceleri… Doldurmak bitmedi tükenmedi içimdeki umman kadar boşluk... O boşluğu dolduracak bir şeyler hep olmalıydı ve onların gelebilmesi için sevgiyi sebil gibi dağıttım, geldiler hem de ardı arkası gözükmeyen hayranlıkla geldiler ama yine dolmadı, Sevgim yetmez diyerek sevgime sevgisizlerini dayanak yaptım yine dolmadı,

Sırf sevgim ak olsun, yürekler pak olsun diye içimdeki boşluğu sevgiyle doldurmaya çalıştım yine dolmadı,

Doldurmak için mücadele eden ve öğreten tarafım boynu bükük ve eksik kaldı...

Boşluk dolacağına daha da boşalmaya başladı...

İçimdeki sevgiye kılıf uyduranların sevgisi fıs çıkmaya başladı...

Boşluğu dolduracağına inandığım ne kadar sevgi varsa yalanmış ve dün varken bugün yoklarmış. Ben içimi sevgiyle doldurmaya uğraşırken meğerse içimdeki sevgiye ihanet etmişim... Parmağımdaki bir kesiğin acısını unutmak için başka bir sevginin canımı yakmasına izin veriyormuşum...

Hâlbuki rahmetli annem oğlum her şeyin başı sevgi, sevmeyi öğren demişti...

Bende onu dinledim sevmeyi öğrendim, ya da öğrendiğimi öğrendim, bilemiyorum...

Ama ne yapayım bana yol gösterenler çok sevmekle, istemekle sevmeyi öğreneceğimi öğretmişlerdi ve bende bu sayede çok sevileceğimi sanıyordum...

Bunun için miydi yakarışlarım...

İçimdeki boşluğu dolduracak bir sevgiyi beklemekle çabalamakla geçti ömrüm...

Tasvirden yoksun yalancı sevgilere yataklık etmek için mi sevdim...

Beklenen beklendiğini beklediği için mi dolmuyor bu boşluk...

Dolmuyor işte...

 

Ne hasta bekler sabahı,

Ne taze ölüyü mezar.

Ne de şeytan, bir günahı,

Seni beklediğim kadar.

Geçti istemem gelmeni,

Yokluğunda buldum seni;

Bırak vehmimde gölgeni

Gelme, artık neye yarar? Necip fazıl Kısakürek

 
Yorumlar


Hiç Yorum Yapılmamış. İlk yorumu siz yapın...