Web Tasarım Ankara

 Kırmızı kanatlı kelebek…

Küçük umutlarımı istasyonda bekleyen vagonlara yükleyebilmek için karanlığın gelmesini bekliyordum... Yenice istasyonunun bekleme salonu kaçak bir yolcuya daha ev sahipliği yapıyordu. Elindeki bavulları oturma sıralarına bırakan yolcular, onları bekleyen umut ışığının sıcaklığıyla duvardaki saatin yelkovanında kayboluyorlardı..

Kim bilir aşk ateşinde cayır, cayır yanabilmeyi göze alarak terki-diyar ediyorlardı bu koca şehri. Geride bıraktığımız güzellikleri çantamıza sıkıştırabilmeyi becerebilseydik, eminim bu istasyon bu kadar ıssız olmazdı…

İlk defa terk ediyordum bu anason kokan şehri… Çeşmenin başında soluklanıp, minik avuçlarıma doldurduğum suyla nefes alamayan yüreğimi serinletiyordum... Küçük bir serçenin tedirginliyle sokağın başını gözlüyordum, peşimden ne gelen vardı, nede giden…

Şehrin ışıkları terk ederken şehri, içimdeki yalnızlık korkusu yakıyordu tüm bedenimi.. Keşke sessizce ayrılmasaydım, keşke ben kaçıyorum diye avazım çıktığı kadar bağırıp uyandırabilseydim sevdalarımı… Büyük bir telaşla uyanıp, nereye gidiyorsun lan, yat zıbar, sen benim oğlumsun diyebilseydi…

Sen benim Oğlumsun! Sen benim Oğlumsun! bu kelime aidiyet duygularımın savunmasız silahıydı ve tek atımlık gücünü temsil ediyordu... Sahiplenmenin yada sahiplenilmemenin en yakıcı cevabıydı...

 

 Beklemeye gücü yetmeyen yüreğimin, Umarsız sevdalarının duyarsızlığına isyanı değimiydi beni bu kaçışa sürükleyen..

Bekleme salonunun tavanından ince bir kabloyla sarkıtılan, sigara dumanından sararmış lamba yanınca kaçışımın vakti geldiğini anlamıştım… Geriye dönmemin son fırsatı olan banliyö treni istasyondan hareket edince, anladım ki geriye dönüşü olmayan yoldaydım…

Canım yanıyordu ve ben boynu bükük yanmasını seyrediyordum… Küçük bedenim üşüyordu ve sıtmaya tutulmuşçasına titriyordu..

Gecenin ayazından kaçan minik bir kelebek yanı başımdan geçince fark ettim… O da benim gibi kaçıyordu ve özgürlüğünün tadını çıkarırcasına salonda dolaşıyordu...

 

 Kanepede uykusuzluktan başı annesinin omzuna düşmüş küçük çocuk kelebeği görünce gözlerindeki sevgi parıltısıyla annesine gösteriyordu.. Yorgunluktan bezmiş dudaklarının arasından oğlunun başını dizine yatırdı, saçlarını okşayarak uyu evladım diyebildi..

Çocuk güneşi kıskandıracak derecede bir gülümsemeyle annesinin dizine uzandı… Kadın başörtüsünün ucundan sarkan beyaz saçlarını düzeltip örtüsünün içine sakladıktan sonra daha fazla taşıyamadığı başını duvara yasladı. Gözleri kelebeğin kanatlarına takılmıştı...

 

Titreyen yüreğimin kilidini açan kelebek bilet gişesinin küçük penceresinden bakan biletçiye nazire yaparcasına önünde en kıvrak dansını sergiliyordu…

Sonra lambanın soluk ışığını fark etti gişecinin önünden yükselerek rengi kirden sararmış olan lambanın soluk ışığına konuverdi.. Büyük bir telaşla açılıp kapanan Kırmızı Kanatları ışığın haşmetiyle yangın yerine dönmüştü, daha fazla dayanamadı kanatlarını kapadı…

Kaçışımın gayesi umudumun simgesi kelebek uçmuyordu artık…

 

 Büyük bir pes edişle kanatlarını içine kapayan bu kelebek ne bekliyordu uçmak için?

İçimdeki umutlar paramparça olmuştu.. Oturduğum yerde boynumu büktüm, yalnızlık korkusuyla ağlayan yüreğimin gözyaşları dur, durak bilmiyordu…

Kırmızı kanatlı Kelebek uçmuyordu, peki neden uçmuyordu? Yoksa içimdeki pes edişlerimin cevabımıydı. Sanırım bende kelebek gibi pes etmeliydim… Geriye dönüp her zamanki gibi, yer yatağımın arasında kaybolmalıydım… Eminim yanında olduğumu bile görmeyen sevdam, yatağımın içinde kaybolduğumun farkına bile varmazdı…

 

 Hayır! Umut denen ekmeğimin bayatlamasına izin vermemeliydim… Ayağa kalktım lambanın altına gelip başımı kaldırdım… Minicik boyumla uzandım, Elimi tutması için uzattım sessizce pes etme minik kelebek diyebildim…

 

Bir anda yukarı doğru elimin uzadığını fark ettim.. Tut bakalım hadi diyerek beni yukarı kaldıran yaşlı adamın güçlü kollarını fark ettim… Beni yukarı kaldırıyordu… Parmaklarımın arasından en küçüğü büyük bir sevinçle kelebeğin yumuşacık kanatlarına dokundu… Bir anda korkuyla havalanıverdi kırmızı kanatlı kelebek…

Parmağımın küçük bir dokunuşu bile kelebeğin korkuyla kaçmasına sebepti… Kaçmaya çalışan kelebeğe baktım, seni korkutmak istememiştim kaçma, korkma benden…keşke Beni bu yalnızlığa sürükleyen sevdam, gel kaçma korkma benden diyebilseydi, canımı acıtmak için de olsa yüreğime dokunup, gel kaçma diyebilseydi...

 

Kelebeği korkutan parmağım, beş kardeşin en küçüğüydü ve yumruğumun arasında bir suçlu gibi saklanıyordu. Küçük kardeş kadersizdi, pişirilen yemekleri ağabeyleri yediği için ona bir türlü yemek kalmıyordu. Yumruğumu arasından doğruldu adeta bana bakıyordu.. Yanı başımda bekleyen ihtiyar Üzülme evlat kelebeğe zarar vermedin dedi, ama benim yüzümden kaçıyor …gülümseyerek Kelebekler biz insanlar gibi sevdiklerini kolay, kolay terketmezler…

Kırmızı kanatlı Kelebekten gözlerimi ayıramıyordum.. Kaçarken tüm enerjisi tükettiği içinmidir bilinmez demiryolu şirketinin ilan panosuna konuvermiştu.. Beni lambaya kaldıran ihtiyar, bak evlat şimdi ne yapacağım diyerek istasyon kapısının yanına gitti ve işaret parmağıyla sus işareti yaparak lambanın düğmesini kapattı…

 

Her yer bir anda karanlık olmuştu.. Gişedeki görevli adam sert bir sesle, Çocuk musun be adam ne oynuyorsun prizle açsana ışığı… Işığı tekrar salona getiren İhtiyar gülümseyerek yanıma geldi…. Bak evlat kelebeği iyi izle şimdi,..

Kırmızı kanatlı Kelebek bir müddet sonra lambayı hatırlamışçasın ışığa doğru süzüldü. Lambanın etrafında aşk sarhoşluğuna kapılmışçasına dönüyordu… İnsanlarda kelebekler gibidir, şalterleri kapanınca, karanlığın derinliğinde korkularıyla yüzleşir.. Yani evlat, insanlar sevdiklerini kaybedince, kelebekler korkuları geçince sevdiklerinin değerini anlar ve etrafında fır dönerler…

İhtiyarın Söylediklerinden fazla bir şey anlamıştım. Evlat senindemi şalterini indirdiler, deyince anlamsızca yüzüne baktım. Gülümseyerek, Işığı bulacağım diye karanlıkta kaybolma…Yoksa bu ihtiyar kaçtığımı anlamışmıydı…

 
Yorumlar


Hiç Yorum Yapılmamış. İlk yorumu siz yapın...