Web Tasarım Ankara

O GECEYE DAİR...

Televizyonda gördüğüm bir haber insanlığımdan utanmama sebep olmuş ve her zaman olduğu gibi sinirlenip kanalı değiştirivermiştim. Aklım mantığım kabul etmekte zorlanıyordu. Ya hu terörist bir Kamyonu ele geçirecek sokaktaki kalabalığın arasına dalıverecek ve karşısına çıkan hemen herkesi tekerlekleri altına alıp eziverecekti. Yok ya kesin yanlış bir haberdi Fransa gibi bir ülkede böyle bir terör saldırısı olamazdı o kamyonun ya Dingili kırılmıştı ya da freni patlamıştı? Bu düşüncelerle Kanalları dolaşırken haber kanallarının altında bir yazı dikkatimi çekiverdi. İstanbul’da Darbe kalkışması yapan askerler köprüyü trafiğe kapatmıştı. Bir süre öylece kalıvermiştim. Gerçek olabilirimiydi? Asker durup dururken darbe yapabilirimiydi? Ne oluyor ya Fransa’da terör saldırısı şimdide Darbe… Mutfakta kahve hazırlayan eşime darbe oluyor diye seslendim ne darbesi diye cevap verdi. Darbe ya işte asker yönetime el koymuş. Eşim mutfaktan koşarak yanıma gelmiş ve bana ne olacak şimdi diye defalarca seslenmiş ama ben duymamıştım. Hadi hatun dışarı çıkıyoruz diye ayağa kalktığımda eşim bir süre anlamsızca bakmış sonra o da tamam çıkıyoruz diye yatak odasına koşturuvermiştik. Giyinirken iki arada bir derede ülkede neler olabileceğini konuşuyorduk.

Salona tekrar döndüğümüzde televizyonda başbakanın bu hain darbe kalkışmasının başarısız olacağını ve kontrol altına alınacağını söylüyordu. Ya başarılı olursa? Koltukta sızıp kalmış olan oğlumuzu uyandırdık ve dışarı çıkacağımızı ve onunda aynı binada oturan anneannesine gitmesi gerektiğini söyledik. Uyku sersemi olan oğlum televizyonda darbe kalkışması haberini görüp baba darbe ne diye sorduğunda dilim lal kalmış ne diyeceğimi bilememiştim. O sırada haber kanalı askerin köprüyü kapattığı görüntüleri sürekli geçiyordu. Oğlum asker köprüyü neden kapatmış ne için darbe yapıyorlar baba dediğinde geri döndüğümüzde darbeyi anlatacağımı ama şimdi biz annenle sokağa çıkıp darbeye karşı çıkacağımızı söyledim. Oğlum bende geleyim bu darbeye bende karşı çıkayım sorularını geçiştirerek şimdi olmaz biz çıkalım sonra gelir seni alırız diyerek anneannesine oğlumu bıraktık. Kayınvaldemin yüzündeki neler oluyor sorusuna uzun, uzun cevap vermek isterdim ama vakit yoktu. Sokağa çıkarken oğlumun sorusu hala devam ediyordu ve ben dilimde cevapsız bırakıyordum.

Arabaya bindiğimizde eşimin kırılgan ama yiğit bakışlarına cevap vermeliydim. Sen bilmezsin ama ben bir darbe yaşadım diye başlayan cümleler çocukluğumu ve Üsküdar’ı aklıma getirmişti. 12 Eylülde yaşanan o karanlık ve soğuk darbe sabahı... Sıkıyönetimi ballandıra, ballandıra anlatan spikerin soğuk sesinden hemen sonra hasan mutlucan türküleri ve sokağa çıkma yasakları. Ailemin Tiyatro gösterilerinin iptalleri sonrasında açlık derecesinde geçim sıkıntısı. Tek geçim kaynağımız olan tiyatro ama onu sahneye koymak için izin alınması gerekiyordu. Tiyatronun T sini bile anlayamayanlar oyunları inceleyip keyiflerine göre onay veriyordu. Bu uygulama günler hatta aylar sürüyordu ve çıkan sonuç çoğunlukta olumsuz oluyordu. Sağdan soldan borçla gelen Paramız olsa da ekmek kuyrukları, tüp kuyrukları ve en kötüsü de İstanbul'da bir semtten bir semtte giderken asker kontrolleri. Ve bu kontrollerde abimin aşağı doğru uzayan bıyıkları sebebiyle tutuklanması. Sonrasında eve baskın yapabilecek asker korkusuyla geçen uzun karanlık geceler...

Arabayı çalıştırırken eşimin duaları motor sesini bastırıyordu. Araba karanlığı yararak ilerlerken kafamızda deli sorular cevap bekliyordu ve ne olacağını ve nasıl davranacağımızı bilemiyorduk. Bizim gibi memleketini seven insanlar muhakkak sokağa çıkardı ve onlarla birlikte tepkimizi göstereceğimizi düşünüyorduk. Oturduğumuz semt şehir merkezine oldukça uzaktı ve karanlık sokakları fazlaydı. Sokakları geçerken dışarıda halkın davranışları içimizde büyük bir uçurumu ortaya çıkardı. İnsanlar sokağa çıkmıştı ama para derdiyle ATM önünde kuyruklar, benzinliklerde uzun sıralar ve en kötüsü de kapalı olan küçük büfeler zorla açtırılmış kucak dolusu makarna, süt, bisküvi alıp evlerine koşturan aç insanlar topluluğu... İçimizdeki direniş hareketine sokakta gördüğümüz bu hareketler büyük bir darbe vurmuş olsa da şehir merkezi buraya benzemez diyerek bir bilinmeze doğru gidiyorduk. Cep telefonumu çıkardım ve sosyal medya hesabımdan ‘’Demokrasiye sahip çıkma vakti...’’ diye bir mesaj yazdım. Sonra benim gibi sanatçı olan arkadaşlarımın bu bir tiyatro sakın sokağa çıkmayın mesajlarını görünce başımdan kaynar sular döküldü ve hemen ardından onlara cevap olsun diye ‘’Bayrağıma, vatanıma ve demokrasiye sahip çıkmak için sokağa çıkıyorum...’’ diye bir mesaj daha yazdım.

Şehir merkezine yaklaştığımızda Tandoğan tarafında üç tankın korkunç şekilde ses çıkaran palet sesleriyle hareket halinde olduğunu gördük. Ben araba kullanırken eşim pencereyi açarak tankların üzerinde soğuk ve ruhsuz askerlere! yapmayın etmeyin ne olur gitmeyin diye yalvarıyordu. Tankın üzerinde konuşlanmış olan askerlerin ifadeleri o kadar soğuktu ki sözlerimize aldırış dahi etmiyorlardı. Sonrasında tankları hızla geçtik ve onların önüne aracımı kırdım ve aşağı inerek tepkimizi gösterdik ama tanklar korkunç palet sesleriyle yanımızdan geçip gittiler. Peşlerinden gidip aracımızı önlerinde tekrar kırdık bu sefer tanklar durmuştu. Tankların üzerindeki askerler silahlarını bir anda bize doğrultmuşlardı biz yaptıklarının ve darbenin yanlış olduğunu ve geçmelerine izin vermeyeceğimizi söyleyince araçların arasından ateş edin emri gelince zırlhlı araçların üzerindeki askerler havaya doğru ateş açtılar. Yerimizden ayrılmadığımızı görünce yanımıza gelen bir astsubay elindeki tüfeğin dipçiğiyle bizi derdest ederek arabamızı yoldan çekmemizi yoksa ateş edeceğini söylemişti itiraz edince de silahını üzerimize doğrultarak çek aracını diyerek bizi ite kaka aracımıza bindirler ve aracı çekmez isek ezeceklerini söylediler ve silahların gölgesinde aracımı geri çekerken arkadan gelen o soğuk ses plakasını alın diye emirler veriyordu.

Gecenin karanlığına bürünmüş olan korkunç sesli tanklar önümüzden geçiyordu ve biz bir şey yapamıyorduk. İnsanlar apartmanlardan bizi seyrediyordu ama birileri de inip yardıma gelmiyordu. Tanklar gözlerimizin önünde külliyeye doğru gidiyordu ve bir şey yapamıyorduk…

İşte o zaman işin vahametini anlamıştık tanklar cumhurbaşkanlığını işgale gidiyordu. Nasıl oldu bilmiyorum ayağım gaz pedalına alabildiğine yüklenmiş ve ben tankların yanından hızla geçmiştim ve deli danaları kıskandıracak şekilde onlardan önce külliyeye yetişebilmek için uçuyordum sanki. Ankara sokakları karanlığa teslimdi ve bir nefesin sıcaklığına muhtaç şekilde korkularına teslim olmuştu. Ankara ilk defa bana bu kadar soğuk ve bir o kadar bencil gelmişti. Külliyenin arka tarafındaki ana caddede cılız bir ışık vardı ve kelebeğin kanatlarına yol gösteriyordu. Küçük minibüsün kenarına çıkmış bir adam bir avuç insana konuşma yapıyordu.  Aracımı süratle durdurdum ve bağırarak aşağı indim kalabalığa doğru seslendim: Tanklar geliyor siz burada çene çalıyorsunuz. Minibüsün kenarındaki adamın milletvekili şamil tayyar olduğunu ne taraftan geliyor kardeşim deyince anladım. Kalabalık şüpheyle bana bakıyordu. Söylediklerime inanmayanlar umursamadı ama aralarında aslan gibi bir genç vardı ve nereden geliyor abi diyerek gecenin karanlığını yırtıverdi… Aydınlığın habercisi olan yürekler bu sese kulak vermişti ve ne duruyorsunuz haydi yürüyün gidiyoruz. Şamil bey kalabalığa seslendi dağılmayın arkadaşlar… Tonlarca ağırlıktaki soğuk çelik yığınlarını durdurmak isteyen iman dolu yürekler Allahu ekber diyerek yürüyordu. Arabamın yanında beni bekleyen eşime anahtarı fırlattım sen burada kal ben birazdan geleceğim. Bir Müslüman’ın en içten, en esaslı haykırışıdır; Allahüekber! Bu haykırışlar boş ve sessiz caddede inliyordu ve bu iman ışığıyla aydınlanmış münevverler yürüyordu. Eşim arkamdan sesleniyordu: Mehmet bu arabanın ışıkları nasıl kapatılıyor. Arabanın kapılarıyla uğraşırken sesini duyuyordum bekle bende geliyorum…

Tanklara kafa tutmaya gidene cesur yürekleri kavşakta bekleyen polislerin ikazları durdurmuştu. Köprü altını siper etmiş olan gencecik polisler yolun kapalı olduğunu ve ilerisinin tehlikeli olduğu söylemelerine rağmen karanlığa ışık veren yürekler sözleri duymadan ilerliyordu. Kavşaktan ayrılınca diğer Tanklar görünmüştü ve gözlerimizin önünde külliyeye doğru hareket ediyorlardı. Gençler bir anda adımlarını hızlandırdılar. Arkada bulunan yaşlıların yavaş olun uyarılarını dikkate almadan tanklara kafa atmak için koşar adım gidiyorlardı.  Gençlerden birisi: ne yavaşlaması amca baksana tanklar mevzi alıyor, hadi arkadaşlar acele edin durduralım. Hemen arkamda yüzünü hatırlayamadığım yaşlı bir amca gençlere şöyle sesleniyordu ''çocuklar kelime-i şahadetlerimizi eksik etmeyin''

O gece bu amcanın uyarısına herkes uymuş ve şehadetler getirerek ilerliyordu. O an Kimsenin aklına ileride ölüm var uyarısı eminim gelmemişti. Tankların önüne gelince üstündeki askerler bir anda silahları bizlere çevirivermişti. Çelik kalkanların arkasına saklanan Soğuk yüzlü askerler! Bizlere tehditler savuruyorlardı: Yaklaşmayın ateş ederiz…

Çelik zırhlı tankların palet sesleri meydanın sessizliğini tehdit ediyordu. Tankın üzerinden karanlık yüzlü bir asker aşağı atladı ve silahını öndeki gençlere doğrultarak yaklaşmayın ateş ederim diye seslendi. Gençler yerlerini terk etmiyor ve elleri havada sadece şehadet getiriyordu. Tankların arkasından rütbesini sonradan öğrendiğim bir asker elindeki kocaman telsiziyle birilerine emirler veriyordu. Karanlıkların simsarı olan yandaşlarına talimat verirken aşağıdaki askere ateş et emrini vermişti. Omuzları gecenin karanlığından tırtıklamış olduğu yıldızlarla aydınlanıyordu. O kalleş Yarbayın ateş emriyle iki el ateş sesi duyuldu ve kısa bir sessizlik ve sonrasında ardı sıramızda yaşlı bir amca olduğu yere yuvarlanıverdi. Tankların üzerindeki askerlerin emirlerine kulak asmayan iman dolu yürekler yaşlı amcamızın vurulmasına rağmen geri adım atmıyordu. Soğuk metal kokusuna meydan okuyan nur kokulu yürekler tanklara bedenlerini siper etmiş korkudan eser olmayan bakışlar olduğu yerde taş kesmişti. Yere düşen yaralı amcaya rağmen hiç kimse geri çekilmemişti. Bir kadının sesini duydum tanklara elleriyle vurup ses çıkarmaya çalışıyordu: Yapmayın kuzum etmeyin bizler kardeşiz neden ateş ediyorsunuz? Bir avuç kahraman tankları elleriyle durduruyordu sanki. Ellerinde ne taş ne sopa nede Molotof kokteyli vardı. Tek silahları iman dolu yüreklerinden yükselen seslerdi: asker kışlaya ve Allahu ekber nidaları. Gecenin karanlığını idare eden O yarbay gözlerimizin içine bakarak telsizden birilerine emirler veriyordu. Yanımdaki arkadaşlara onun konuşmalarını kameraya almalarını söyledim. Evet bu hain yarbayın görüntüleri ve sesleri kayıt altına alınmalıydı o sırada yarbay yılan gibi tankların yanından bir anda uzaklaşıverdi. Ortada ters giden bir şey vardı; bu adam neden geri, geri kaçıyordu.

….

Sonra kulakları sağır eden ve belli aralıklarla yükselen büyük bir gürültü sağa sola sıçrayan havai fişek görüntüleriyle karanlığı yakıp kavuran sıcaklık. Sonrasında kısa bir sessizlik ve geriye doğru döndüğümde yanı başımda kolumdan tutup: Abi ben vuruldum diye benden yardım siteyen genç kardeşim. Etraf karanlıktı ve silah sesleri arasında vuruldum çığlıkları arasında uzaklaşan insanlar… Tankların üzerinden açılan ve uzun süre devam eden kurşun sesleri. Vuruldum diyen kardeşimi yere yatırdıktan sonra hemen arkamda kımıldamadan yatan yerde yatan kardeşime doğru yöneldim… Gözlerim yuvalarından fırlamıştı ve inanmak istemiyordu. Hemen arkamda asker kışlaya diye seslenen kahraman kardeşim şimdi yerde kıpırdamadan yatıyordu ve başı bedeninden ayrılmıştı… Yok bunlar gerçek olamazdı ben bir kabus görüyordum dün gece seyrettiğim savaş filmindeki kanlı savaş görüntüleri rüyama girmişti. Sonrasında gözlerim o yiğit bedenini terk eden başı arıyordu. Ayakta duran gencecik bir kadının şaşkın bakışlarına seslendim: Kardeşim çek bu görüntüleri… Kadın elindeki telefonu yerde yatan başsız bedene çevirdi. Sonrasında beni rüyadan uyandıran bir çığlık… Cumam bu? Benim kocam bu… O gencecik kadın elindeki telefonu düşürmüş ve olduğu yere diz çökerek başsız bedene sarılıyordu. O yarbay helikopterlerden yardım istemiş ve meydanda toplanmış olan bir avuç silahsız insana uçaksavar mermileriyle ateş ederek ortalığı kan gölüne çevirmişlerdi. Kafası bedeninden uçaksavar mermisiyle ayrılan ve adını sonradan öğrendiğim Cuma DAĞ kardeşimin bulunduğu yerde bir damla kan yoktu sadece vücudunun alt kısmından kanlar akıyordu. Bu kanlar gerçek olamazdı avuçlarım kanlara dokundu parmaklarımın arasından süzülen kardeşlerimin kanlarıydı. Sonrasında dirseğimden süzülen bir parça kan avuçlarımdaki şehit kanlarına saygı duyarcasına süzülerek yere damlıyordu. Dirseğim sızlıyordu ama yüreğim… Kurşun sesleri kesildiğinde ayağa kalktım yerde yatan onlarca ağır yaralı yardım çığlıkları atıyordu. Tankların üzerindeki soğuk yüzlü askerlerin yerlerinde yeller esiyordu. Helikopter meydanı tararken şarapnel parçaları onlara sıçrar diye tankların içine sığınmışlardı. Ellerim havada bağırıyordum neden ya neden ya… Ne yaptık sizlere… Ben ve bir kaç kardeşimiz sağ kurtulmuştuk ayağa kalkacak derecede olan yaralı kardeşlerim alanı terk etmişti. Yerde yatan ve bizden yardım isteyen yaralılara yardım edecek bir şey yapamıyorduk. Tankların arkasına saklanmış olan bir askere yardım edin ne olur bir ambulans çağırın diye yalvarıyordum. Asker öylece bana bakıyordu. Sonra onlarca kat yükseklikteki binaların balkonlarından bizleri seyreden insanlara sesleniyordum ambulans çağırın ne olur…  Bacağıma yapışan genç bir kardeşim abi ambulansı buraya sokmuyorlar boşuna bağırma dedi… Nasıl ya neden sokmuyorlar? Yaralıydı ve her tarafından kan geliyordu genç kardeşimin. Sonradan kendisinin doktor olduğunu öğrendiğim genç kardeşim abi durumum çok kötü bak benim arabam şuracıkta buraya getirirsen hastaneye gideriz diyordu. Yanına eğildim kolundan ve bacağından çok kötü yaralanmıştı arabamın anahtarı cebimde dediğinde elimi cebine soktum… Parmaklarım kan çukuruna düşmüştü ve kan sıcaklığı parmaklarımı yakıyordu anahtarı bulup çıkardığımda bir avuç kanıda bereberinde sürüklemişti. Bacağından vurulan kardeşim kan kaybediyordu ben avucumdaki kan çukurundan anahtarı çıkardım tamam kardeşim ben şimdi arabayı çalıştırırım diye koştum.

Aracın kapısını açtığımda ilk aklıma gelen kolumdan süzülen kan koltuğu kirletecek olmuştu. Zalimlerin kardeşlerimden akıttığı her damlasında vatan sevgisiyle destan yazdığı kanlar parmaklarımın arasından süzülürken anahtar deliğini bulmak bir işkence olmuştu. Bu arabanın anahtar deliği yoktu ya da ben nerede olduğunu göremiyordum. Aracın ön camından seyrederken yerde yatan Mehmet celalin bana hadi abi ne bekliyorsun çalıştırsana arabayı der bakışlarına yakalanmıştım. Allah’ım meğerse ne kadar beceriksiz biriymişim. Avucumdaki daha önce kullandığım hiçbir arabanın anahtarına benzemiyordu. Aşağıya indim yerde yatan yaralı kardeşime yaklaştım elimdeki anahtarla bir süre öylece kaldım. Abi önemli değil dert etme diyerek beni kendime getirdi. Abi bacağım kötü çok kan kaybediyorum bağlamak lazım turnike yapmak lazım. O an ilk aklıma gelen bir bez parçasıydı ve hemen gömleğimi çıkardım gösterdiği yere bağladım. Bağlarken akan kan parmaklarımın arasından su gibi akıyordu. O sırada bacağım sıkıştı yardım edin diye bir feryadı duydum geriye döndüm tankın paletleri arasına sıkışmış bir kardeşimin elleriyle yardım istediğini gördüm. Yaralı kardeşimin bacağını onun gösterdiği şekilde bağlamıştım ayağa kalktım abi turnike yapmak lazım dediğinde ne olduğunu anlam verememiştim açıp bağlamak lazım. Tamam hemen gelirim diyerek yanından uzaklaştım. Tankın yanına geldiğimde ayakta kalan birkaç kardeşim tanka yumruklar atıyordu çekin şu tankı altında insanlar var…

Tankın paletleri arasına sıkışan biri kadın üç kardeşim ellerimizden ayaklarımızdan tutarak ne olur yardım edin diyordu ama bu kör olası tankın içine saklananlar tenezzül edipte kapağı açmıyorlardı. Tankın bir canavarı andıran görüntüsü üç kardeşimi ayakları altına almış çiğniyordu sanki. Bir o tanka bir öteki tanka koşturuyordu insanlar ama biri dahi kapağını açıp ne oluyor diye sormuyordu. Üstelik tankın gaz pedalına basarak çok daha korkunç sesler çıkarıyorlardı. Sonra bir tanesi kapağını açtı ve silahını bizlere doğrultarak tehditler savurdu. İnsanlar tankın altında feryat ediyordu o hain ise bizlere uzaklaşın ateş edeceğim diye tehditler savuruyordu. Yaşlı bir adam ya hu ateş etmişsiniz edeceğiniz kadar daha ne edeceksiniz vuracaksan vur ama tankın altında ezdiğiniz insanlara acı ve geriye çekil biraz. Tanklar homurdanarak geriye çekildi ve altına aldığı insanları çığlıklar içerisinde özgür bıraktı. Ayakta kalan birkaç insan o insanları kollarından tutup yerde sürüyerek uzaklaştırıyorlardı.

Öylece kalmıştım olduğum yere çöktüm yardım çığlıklarına kulaklarımı kapattım bir süre kendimi dinledim. Bunlar bir rüya ise yarın sabah bu kâbus yüzünden dudaklarım uçuklar içinde kalacaktı. Yerde yağmur birikintisi misali öbek,öbek kan gölleri vardı ve gökyüzündeki ay boynu bükük bir vaziyette bana el sallıyordu. Çocukluğumda çamura bulanmış yağmur sularına çıplak ayaklarımla atlar etrafa çamur sıçratmayı çok severdim. Ellerim kan öbeklerinde beni seyreden ayın cemaline dokunuyordu… Allah’ım ben ne yapıyordum şehitlerimin kanlarıyla oynuyordum. Ayağa kalktım isyanımı avazım çıktığı kadar yükselttim neden ya hu neden? Ne yaptık biz sizlere? Haklı olsak ta yakanıza yapışıp yumruk mu attık Elimi kaldırdık? Ne yaptık sizlere? Soğuk bakışlı askerler uzaklaş oradan, terk et meydanı diye tehditler savururken yerde yatan on üç on dört kardeşimin yaralı bedenlerinden yardım edin sesleri yükseliyordu. Nereyi terk ediyorum ya nereyi? Bu yerde yatan insanlar insan ya hu onlar birer can neden yardım göndermiyorsunuz?

Zaman ilerliyordu ve yerde yatan kardeşlerimin bazılarının vücutlarındaki hareket azalıyordu. Sonra beyaz renkte küçük bir Minibüs imdadımıza yetişti. Sonradan halı yıkama arabası olduğunu öğrendiğim minibüsün Yan tarafındaki sürgülü kapağı açan şoför kardeşimiz hadi yaralıları hastaneye götürelim diye seslendi. Ayakta kalan bir genç kız ve birkaç arkadaşım yaralılarımızı minibüse koymaya başladık. Kollarından tutup kaldırmaya çalıştığımız ilk yaralı kardeşimizin dudaklarından şahadet sesleri geliyordu. Dayan diyorduk dayan kardeşim gidiyoruz hastaneye. Sonrasındaki taşımaya çalıştığımız kardeşimin dudaklarından sadece hırıltılar geliyordu. Sonraki bir bayan kardeşimdi kollarından tuttuk yardım edin abi ölüyorum diyordu ne ölmesi kardeşim iyisin diyorduk sonraki kardeşimi minibüse koymak için getirdik ama içeride yer kalmamıştı. Üç yaralı kardeşimi yan yana yerde yatıyordu ve yanlarında başkada yer yoktu. Kucağımızdaki yaralı canım acıyor diye inlerken özürler dileyerek araya sıkıştırdık. Ama geriye döndüğümüzde yerde yatan ona yakın yaralı kardeşimiz bizi alın diye bakıyordu. Ne yapacaktık nasıl yapacaktık diye konuşurken ne düşünüyorsunuz abi gelen giden mi var onları da alalım içeriye dediler ve diğer yaralı kardeşlerimizide minibüse üst üste koymaya başladık. Böylesine bir manzaraya şahit olmak ve acı çeken insanların daha da acı çekmesine ortak olmak çok ama çok kötü bir duyguydu. Arka koltukları halıları üst üste koyabilmek için çıkarılmış olan minibüse yaralı kardeşlerimizi yıkanmaya giden halılar gibi üst üste atarak hastaneye götüreceğiz… Bu manzara bile insanlığımdan utanmama sebepti ama o halı yıkama aracından başka kimse yardıma gelmemişti ya da gelmiyordu…

Geçen sene repertuarıma dahil etmek için yazmaya çalıştığım bir tiyatro eseri için bir Sarıkamış’ta donarak ölen şehit kardeşlerimizi araştırıyordum. Ve karşıma yürek parçalayıcı bir video çıkmıştı. Ruslar kar örtüsü altında donan şehitlerimizi havalar ısındığı zaman bulundukları yerden toplamaya çalışıyordu. Kollarından bacaklarından tutulan şühedamın cansız bedenini patates çuvalı gibi bir kamyonun arkasına fırlatıyorlardı. O kamyonun arka kasasında koca bir kışı kar altında geçiren şühedamızın bedenleriyle doluydu ve araç ilerledikçe yolda bulunan şühedamızı arkaya fırlatıyorlardı… Bizim yaptığımızın o eski video görüntüsüne yansıyan hazin olaydan ne farkı vardı… Bize bu acıyı yaşatanlar uzaktan soğuk bakışlarla izliyorlardı ve sanki hiç suçları yokmuş gibi sanki darbeye hayır dediğimiz için ölmeyi hak etmişiz edasındaydılar. Minibüsün içine üst üste koymak zorunda olduğumuz kardeşlerimizin çığlıklarını unutabilmek için ömrümü oracıkta teslim edebilirdim. En son doktor Mehmet celal kardeşimi kucaklayarak minibüse koyarken şuursuz ifadeler dudaklarımdan dökülüyordu. İçerde yardım isteyen yaralı kardeşlerime bakın bu doktor kardeşimiz size yardım edecek diyordum ama onun yardıma ihtiyacı vardı. Tam kapağı kapatıp minibüsü gönderecektik ki tankların bulunduğu taraftan bir yaralı daha var diye sesi geldi. Koşarak tankın arkasına doğru ilerledim yerde yatan gencecik bir kardeşim bağırmaktan sesi kısılmış bir vaziyette bana bir şeyler söylüyordu. Adının mesut olduğunu sonradan öğrendiğim gencecik kardeşimi O soğuk bakışlı askerlerin arasından Kollarından tutarak yerde sürüklüyordum da o soğuk bakışlı hainler dur ya hu o sürüklediğin insan evladı bende yardım edeyim demiyordu. Minibüsü gönderdim ve meydanda Cuma dağ kardeşimin cansız bedeniyle yalnız kalmıştım. Meydanın karanlığına onu terk etmek içimden gelmiyordu onu bu soğuk bakışlı hainleri alaycı ve hakir bakışlarına emanet etmek içimden gelmiyordu. Sonrasında tehditler yükseldi terk et meydanı…

Ben meydanı nasıl terk ederdim ve elinize ne geçti diye bağırdım avazım çıktığı kadar… Yanıma gelen sivil kıyafetli sert ve tehditkar bakışlar sesimi kesmemi ve alanı terk etmemi istiyordu. Hain bakışların tehditleri arasında içimdeki ses Nasıl terk edersin diyordu... Bu meydanı hainlere terk etmemek için onlarca kardeşim şehit ve gazi olmamışımıydı? Kanıma dokunuyordu bu tehditler karşısında bir başınaydım ve yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Peki vatanını seven insanlar neden sokağa çıkmamıştı neden bu hainlerin karşısına dikilmemişti? Yanıma gelen bir kardeşim kolumdan tuttu abi hadi gel gidelim yapacak bir şey kalmadı dediğinde mağlubiyet hissi yüreğimi kavuruyordu bizler bu meydanda boşuna mı mücadele etmiştik kardeşlerim boşuna mı şehit olmuştu ne yani şimdi bu hainler mi kazanmıştı. Arkamda gecenin karanlığına emanet ettiğim Cuma kardeşimin bedenini öylece bırakıp gidiyordum. Meydanı az geçince bir arabaya bir başka yaralı kardeşimizi koyarlarken yardımcı olduk ve arabaya bizde bindik giderken arabanın radyosundan cumhurbaşkanımızın halkımızı sokağa davet çağrısına şahit olduğumda içime bir umut ışığı dolmuştu yalnız değildik. Şoförün yanındaki arkadaşın merak etmeyin arkadaşlar insanlar bir sel misali buraya doğru geliyor dediğinde oh be çok şükür sağ duyulu kardeşlerimizin bu meydanı hainlere teslim etmeyeceğini anlamıştım. Geride bıraktığımız meydandan uzaklaşırken beraber yürüdüğümüz kardeşlerimin şahadet seslerini kulaklarımda duyuyordum. Yollar kapanmıştı halkımız akın, akın sokakları ve caddeleri dolduruyordu onları korkutup evlerine geri dönmelerini sağlamak için üstümüzden alçak uçuşla geçen uçakların kulaklarımızı sağır eden sonik patlama sesleri yükseliyordu. Ben araçtan orman bakanlığının önünde büyük bir kalabalık vardı ve sürekli slogan atıyorlardı yanlarına öfkeyle yaklaştım siz burada bağırıp çağırırken yukarda onlarca kardeşim şehit oldu… Ve öfke dolu kabalığın bir anda bana döndüklerini gördüm bana doğru koşarak geliyorlardı etrafımı çevirdiler ve sen ne diyorsun lan, sen kimsin yoksa sen pravaktörmüsün… Kolumdan bacağımdan saçımdan çekiyorlardı ve ben kanlı bedenimle onlara yaşadıklarımı anlatarak bir nevi kafa tutuyordum. Etrafım bir anda hınç çıkarmak için gelen öfkeli kalabalığın hışmıyla çevrilmişti. Kolumdan tutup bir köşeye çekmek için uğraşan öfkeli insanları görünce içimde deli sorular ortaya çıkmıştı. Yoksa beni dövmeye çalışan bu insanlar sivil askerimiydi? Yaşadığım vahşeti anlatınca şahit olduklarım kimse duymasın diye beni yok etmeye mi çalışıyorlardı? Kalabalığın arasından durun yapmayın ben o adamı tanıyorum diye sesler yükselmeye başlamıştı. Bu adam tiyatrocu onun oyunlarını seyrettim iyi bir insan provakatör olamaz diyorlardı. Kalabalık ikna olmuş etrafımı terk ediyorlardı… Yanıma gelen bir genç abi gel buraya diyerek duvar kenarına çekti… Beni dövmeye çalışan yaşlı bir amca sokuldu yanıma ve oğlum hakkını helal et seni çırılçıplak görünce ortalığı kızıştıran amigolar sandıydım. Evet amcamız haklıydı üstüm çırılçıplaktı gömleğimi Mehmet kardeşimin bacağına bağlamıştım ve hava sıcak olduğu içinde içimde atlet yoktu. Önümden geçen bir kardeşimden içinde atlet varda gömleğini bana verirmisin diye rica ettim hiç düşünmeden çıkarıp verdi ve bana üç beden küçük gelse de üstüme giydim. Sonra yanıma gelen eşim ağlayarak sarılıverdi. O ağlıyor ben ağlıyordum sonra arabadan cebimi istedim koşarak telefonumu getirdi. Açtım kamerayı canlı yayında tüm olanları teker, teker herkese anlattım. Bu yaşadıklarımı belgelenmesi gerekiyordu ve eğer darbe gerçekleşirse 12 eylülde olduğu gibi gördüklerimden dolayı faili meçhul bir cinayet kurban ediliverirdi. Yanımda oturan ve söylediklerimi dinleyen bir ablamız yüksek sesle korkma kardeşim yanındayız Allaha yemin olsun, Resule salat olsun ustaya sözümüz olsun işin ucunda ölüm olsa da susmayacağız, yılmayacağız, durmayacağız…

Gün ışıyıncaya kadar omzumuzdaki battaniyeye sarılarak yeni haberler bekledik. Sonrasında karşı kaldırımda bulunan cafenin bahçesinde sevinç çığlıklarına şahit oldum… Şükürler olsun ki ülkem için bir umut ışığı doğmuştu ve boğaz köprüsünü kuşatan askerler, onlara askerler demek doğru değil, o hainlerin elleri havada teslim olduklarını gördüm. Sonra bir oh be dedim, eve gideyim, kendime geleyim. Sonra telefonuma baktım sosyal medyada yazılıp çizilenler insanlık dışıydı. Yaşanan onca acıya rağmen vicdansız sanatçı müsveddeleri yaşadıklarımıza hala tiyatro diyordu. Ben sokağa çıkarken sanatçı olarak çıkmadım, milletin bir ferdi olarak çıktım. Sonra düşündüm ki millet olmasa, Rabbim bize o imtihanı vermese biz bugün ülke olarak ayakta olamazdık. Bu darbe gerçekleşmiş olsa ben bugün bu yazıları yazamazdım çünkü tutuklanmıştım ve kimsenin bilmediği bir yerde hapishanede çürüyor olacaktım. Sosyal medya üzerinden sanatçı arkadaşlarımın siyasi düşüncelerini açıklamalarından asla gocunmuyorum, ben o arkadaşlarımın siyaset yapmasından asla şikâyetçi değilim ama burada mevzu devlet, millet, vatan ve beş altı saat önce hainlerin paletleri altında telef oluyordu. O günden sonra muhalif olan birçok arkadaşıma mesaj attım, bu yaptığınız şey doğru değil sen bu yaşananlara nasıl tiyatro dersin? sen benim o gece ne çektiğimi biliyor musun? Birçoğu bilmiyorduk cevabını vermişti. İyide be kardeşim Bilmiyorsan nasıl böyle şeyler yazarsın, nasıl çizersin böyle şeyler. Halk o gece vatanına sahip çıktı. Okyanus ötesinden bu kanlı oyunu yönetenlere çek pis ellerini vatanımın üzerinden diyerek direniş gösterdi. Rabbim rıza göstermedikçe, bu ülkede taş bile yerinden oynamaz. Bu yaşananlar belki de müstahaktı belki biz de hatalar yaptık. Ama şimdi ülkem için yeni bir sayfa açıldı darbeye dur diyen şanlı bir milletin direnişi.

Ya Rabbi'l âlemin, imtihan dünyasının taşlı meşakkatli yollarında bizlere verdiğin acılara şükürler olsun... Biz bu acılarla birbirimizi tanıdık ve bu acılar sayesinde yolun sonunda mutluluğa ulaştık...

 

O GECE Ülkemizi Esaret altına almaya çalışan hainlerin kirli emellerini canları pahasına boşa çıkaran Kahraman Gazilerimiz ve şehitlerimizin hatırasına binaen yaşadıklarımı kaleme aldım... Okyanus ötesinden gelecek yalan haberlere umut bağlayan ve emperyalistlerin uşağı olan zihniyet mahkemeden çıkması muhtemel kirli sonuca göre bayram yapmayı düşünüyor ama boşuna sevinmeyin HAİNLER; bu şanlı millet kirli avuçlarınızı emin olun yine yalatacaktır...

Not: O geceye dair yaşadıklarımı kaleme dökerken hatırlamak bile büyük bir işkence ama yazmak zorundayım çünkü ben o gece kahraman kardeşlerim gibi şehit ve gazi olamadım nasibime düşen şahit olmaktı. Bazen yazdıklarımı tekrar,tekrar okuduğumda o karanlık ve korkunç geceden unuttuğum ayrıntılar zihnime kezzap gibi damlıyor olsada eklemek zorundayım...

UNUTMAK İSTİYORUM AMA OLMUYOR...

Videolar
 
Yorumlar


Hiç Yorum Yapılmamış. İlk yorumu siz yapın...