Web Tasarım Ankara

 "Sorgulanmamış bir hayat, yaşanmaya değmez" Sokrat

 

Oyuncu nasıl bir oyun içinde olduğunu bilmeden rol almamalı…

Sorgulama odaklı hayatının anlamını kavrama gücüne layık olmayanlar Tiyatro sanatının anlatım biçimindeki sorgulama manasını Sokrat'ın haklılığıyla her daim tasdik etmektedirler. Haya’t sahnesinde yaşadıklarını hayal sahnesinin aynasında hakkıyla yansıtmayı becerebilen bir oyuncu; Haya’l sahnesinde nasıl bir oyuncu(insan) olabileceğini tasvir gücünün sorgulama marifetiyle görüp oyunculuğunun keyfini düş gücünün ölçüsünde doyasıya çıkarır. Haya’t sahnesinde neden, niçin yaşadığını ve o sahnede layıkıyla rol alabilmenin önemini ve o önemin içindeki amacı ve amacın içindeki o doğru role nasıl ulaşabileceğini anlamaya çalışır.

Sorgulama mekanizmasını tetikleyen sorulara cevap, ya da cevaplara soru olacak olan yegâne şey hayatın ta kendisidir. Hayatın olduğu yerde tiyatro sonsuza kadar var olmaya devam edecektir.

Tiyatro sanatı; çelik çomak derdinde olmayan marifetli ellerin dokunuşlarıyla insan hayatının her satırına mükemmel imzalar atacaktır. Bu sebeple sorgulamayı hakkıyla öğretebilecek mükemmel bir öğretmendir. Burada bıçak sırtı gibi bir istisna vardır o da Sanatı sanat için yapan sanatçıların kibre yenik düşüp her şeyi ‘ben’ merkezli özgür yaratıcılık vasfımla yaptım demeleridir. Tiyatro bensiz olmaz, ben mükemmel hayat öğretmeniyimdir, Tiyatro ancak benim düşüncelerimdeki hayatı sorgulama ve kavrama noktasıyla taçlanır diyenler nefsine yenik düşen bu oyunculardır. Necip Fazıl Kısakürek bir tiyatro eserinde bu oyunculara şöyle seslenmiştir '' Ben sanatı hayattan başka bir şey sanırdım, orası irademin bahçesiydi orada oyuncaklarıyla oynayan çocuklar gibi başıboştum, orada kulluktan çıkıyor gibiydim ''  Sanatçı kendini diğer insanlardan farklı gördüğü an nefsine yenik düşer ve Sanatı sanat için özgürce yapan üstün bir varlık olarak görür. Sanat camiasında bu sebeple bir ikiye bölünmüşlük vardır kimisi Sanatı halk için, kimisi Sanatı sanat için yapıyordur.

Sanatı hakkın ikramı olarak gören sanatçılar, sanatı hakkın rızasıyla hayatın ta kendisi için yapmalıdır. Hayatın olmadığı yerde zaten sanat olmaz. Hayatı güzellikler için sorgulayanlar sanatın asıl sahibine ve onun sanatının en büyük şaheseri olan insana saygı duyar. Ve İnsan başıboş olarak yaratılmamıştır bu varlık düzeninde ben özgürüm istediğimi özgürce yaparım ve bu özgürlüğümün adına da sanat derim diyemez.  Sanat, iyi, güzel ve bediî şeyler yapmak işidir. Bu sebeple her sanatçının hayata dair asıl gayesi güzellik olduktan sonra yapmış olduğu işler zaten birer sanat eseridir. 

Hayatın içinde sanat, Sanatın içinde hayat olduğunu kabul edenler en büyük sanatkârın eseri olan hayata saygı duymak zorundadırlar.

Haya’t sahnesinin sanatkârı olan oyuncular; hayatta en küçük bir mikrobun bile boşuna değil de, bir hikmetle yaratıldığını görüp sorgulamaya gayret ederlerse hayata dair bakışları muhakkak değişir. Değerlerini değersizleştirmeden insanlara yararlı olabilmek adına sorgulama esasında fark ettikleri o hikmetlerin güzelliklerini Allah rızası için Haya’t sahnesinde ortaya koyarlar.

 

Işık ve suretler…

Emin olduğum tek şey var, bu dünya bir beyaz perde ve bu perdede herkes bir suret... Suretler ışığın neticesinde bu dünyada ya kazanır yada kaybeder... Işığın yandığı surece suretinle ve gül cemalinle daha çoook ağlayacak yada güleceksin.. Bırak diğer suretler ışığın kıymetini bilmeden eğlensin dursun, hatta kazansın... O ışık elbet herkes için sönecek... sen yeterki ışığının kıymetini bil ve yanlış gölgelerde kalmamaya gayret et... Taşıdığı bedenin toprağa yansımasını sağlayan gölgeler, onlara emanet edilen bedenleri sayesinde ışığa sema ederler… Bedenin karanlığa düştüğü zamanlarda ışığın şavkı niyazında kaybolurlar... Kendisine bahşedilen nimetlerden bihaber yaşayan bedenler karanlığa düştüğü anlarda ışığın gücüne muhtaç olduklarını korku belası anlarlar.. Yardıma muhtaç ve aciz bedenlerinin emanet olduğunu bilmeden, sadece yaşamayı amaç edindikleri için köşeye sıkıştıklarında ölümün enselerine soluduğunu bilmelerine rağmen karanlıktan kurtulmayı amaç edinirler…

Karanlığın yakıcı yalnızlığından çıkmanın tek yolunun el açıp yardım istemekle olduğunu düşündükleri için her başı sıkıştıklarında avuçlarını gökyüzüne açıp dilekte bulunurlar... Hâlbuki Verilene şükredip avuçlarına emanet edilen dua kelebeğinin kanatlarına şükür dualarını okuyup sahibine teslim etmeyi unuturlar...

Ama gerçekler Bir gölge misali peşimizi asla bırakmazlar... İşte bu yürekler alışkanlıklardan mı desem, onlara öğretilen, ya da dayatılan doğrulardan mı desem bilemiyorum ama apaçık aşikar olan ışığı inkar edip yada görmezden gelerek gölgelerinin değerini bilemezler... Çünkü onlar somutun peşinde koşma derdinde oldukları için gölgeler hiçbir şey ifade etmez..

Yüce Rabbimiz bir ayeti kerimesinde şöyle seslenir...

‘’Göklerde ve yerde bulunanlar da onların gölgeleri de sabah akşam ister istemez sadece Allah'a secde ederler.’’ Ra’d Süresi-15.ayet

TÜM HAKLARI SAKLIDIR,İZİNSİZ KULLANILAMAZ

 
Yorumlar


Hiç Yorum Yapılmamış. İlk yorumu siz yapın...