Web Tasarım Ankara

 

 
Hayatın getirdiği stresi kabullenmeyi 
Ve bu kabullenişin içinde de huzur bulunabileceğini öğrendim.
Lee Lipsenthal
 
Tansiyonu tavanda gezinen sanat dalı Tiyatro…
Oyuncu sahneye koyacağı karakterin ruh halini benliğine giydirme aşamasında beklentilerinin yüksek olması hasebiyle bir hayli zorlanır. Kişisel çalışmanın baskın olduğu rollerde bir de yönetmen baskısı da eklenince karakter yüksek gerilim hattında dans etmeye başlar. Bu gerilimi sırtlamayı becerebilen oyuncu adayları işinin ehli olmaya aday kişilerdir. Peki, normal hayatta insanların yaşamını sakatlayan gerilim ya da diğer adıyla stres nasıl faydalı hale gelir? Gerilim sözlük anlamıyla gerilmiş olma yani bir telin iki ucundan ters yönlere doğru çekilirken her iki çekim noktasına da karşı koyan güçtür.  Bu güce eskilerin tabiriyle tevettür olma hali ve sözlük anlamıyla gerilmiş olma durumu denilmektedir.
Tevettür olma durumunu psikolojik bir konu olarak değerlendirmeye kalkarsak işin içinden çıkamayız. Çünkü stres bir insanın normal hayatta çoğu zaman tek başına mücadele edemeyip doktor yardımıyla ayakta durabildiği dört başı mamur bir Tıp konusudur...
Lakin oyuncular sahne hayatları sürecinde her daim stresle beslendikleri için karakteriyle sahnede içli dışlı oldukları kadar gerilimle yaşamayı öyle ve ya böyle başarabilmek zorundadırlar. Bir insanı hayata bağlayan hava ve su nasıl bir gereksinimse oyuncular için gerilim öyle bir gereksinimdir. Şimdi bu bahsettiğim durum kafanızı biraz karıştırabilir çünkü nasıl olurda gerilim hali bir insanın normal yaşamında sıkıntı yaratırken oyuncular için nasıl kullanılması gereken özel bir durum gibi görülmesi yaman bir çelişki gelebilir?
Bu çelişkiyi haklı görenler bugüne kadar Tiyatroyu çok kolay bir meslek olarak gördükleri için gerilim dahil daha bir çok sıkıntıyla oyuncuların nasıl mücadele ettiklerini anlamayabilirler. 
Bir oyunun haftalarca sürecek olan provalarından tutun oyunun sahneden kaldırılacağı son günün son dakikalarına kadar oyuncular ritmi yüksek tansiyonla beslenir. Bugüne kadar oyun provalarımda şu oyun, bu oyun diye ayırt etmeden her sahnesini ince eleyip sık dokuduğum için gerilim muhakkak olmuştur ve olması gerekende budur. Eğer provaların detay çalışmalarında olması gereken disiplinden ödün verilip, ya hu sıkmaya ne gerek var, nasıl olsa sahneye çıkar diyerek oyunculara rahatlık enjekte edilirse oyun seyirci karşısına çıktığı zaman enerjisi sönük ve heyecansız olur. Onca yetenekli insan var, oyunun metni harika, yönetmenin oyuncuları bu kadar sıkmasına ne gerek var diye kulis yapan oyuncuların çalışmasına şahit olduğum için bir örnek vereceğim. Fransız komedi yazarı Moliere tarafından yazılmış Cimri adlı oyun ülkemizde uzun yıllar sahne almış ve yıllar sonrada sahneye konmuş olsa seyirci tarafından ilgiyle izlenecek güzel bir oyun. Yönetmenliğine inandığım bir oyuncum bu oyunu sahneye koyma teklifi getirdiğinde seve, seve kabul etmiştim. Oyun üzerine sahne çalışmaları başladıktan kısa bir sonra provaları uzaktan takip etmeye başladım. Yönetmenin oyuncuların isteklerine uygun çalışma şartlarına uyarak onları sıkmadan, zorlamadan provalar yaptığına şahit oldum. Bu benim için çok alışık bir durum değildi. Sonraki provalarda aynı usul ve yöntem kullanıldığını görünce bir yönetici olarak yönetmeni uyarma gereksinimi hissettim, kendisi cevaben ‘herkesin bir yoğurt yiyişi var işime karışırsanız yönetmenliği bırakırım’ tepkisi verdi. Bu hoş bir durum olmamasına rağmen ‘oyunun bu şekilde sahneye çıkmasının zor olduğunu’ söylediğimde, görüşürüz babında bir tebessümle yanımda ayrılmıştı. Nitekim korktuğum başıma geldi oyun seyirci karşısına çıkmadan provalarda iflas etti. Yönetmenin gerekçesi gayet basitti oyuncular kendisini dinlemiyordu ve karakterler rejiye uygun hale bir türlü gelemiyordu. Oyuncularla toplantı yaptığımda ise reji hafifti ve bazı oyuncuların metne uygun hareket etmiyorlar vs,vs. Oyuna verilen onca emeği heba etmemek için içlerinden yönetmenliğe talip olan varsa kaldığı yerden devam edebilir deyince bir başka usta oyuncu yönetmenliğe soyundu ama o da yirmi gün gibi kısa bir zaman sonra yönetmenliği bırakıvermişti. O sene yönetici olarak benimde hatalarım olmuştu ve Cimri o sene sahneye çıkmamıştı. Tiyatro disiplinli bir çalışma gerektirir ve oyuncu karakterinin ağırlığını omuzlarında hissetmeyip onu ayağının tozu hali getirirse pek tabi oyunda yerlerde sürünmek zorunda kalırdı.
Oyun provaları oyuncunun rahatlığı üzerine kurulursa oyuncu; karakterini sahiplenme içgüdüsünü ister, istemez bırakır. Bu bırakış sayesinde sahneye çıkan bir oyunda, oyunculuklardan fazla bir şey beklemeyin çünkü onlar bir vazifeyi yerine getiren robotlar gibidir ve oyunculuklarını resim karesi mantığıyla sahneye koyarlar ve bir süre sonra tekrara düşen o resim kareleri slayt projektöründen sahneye yansıyan ruhsuz görüntüler haline dönüşüverir. Oyun içinde heyecanı kalmamış oyuncular her ne kadar yeteneklerine güveniyor olsalar da farkında olmadan o resim kareleri sayesinde kendi kuyularını sahnede kazıyor hale gelirler. Provalarda gerilimle tanışmayan oyuncu geçmişin kalıntılarına güvenerek sahnede hareket eder ama bir süre sonra o resim kareleri tiyatro heyecanını sahnede kaybettirir. 
Bu heyecanın kaybetmesinin en büyük etkenlerden biri oyuncu karakterinin gerilimini sahnede yaşamıyor demektir. Gerilim demek korkudur ve o korku bir annenin doğum anında çektiği o büyük acı gibidir. Bir annenin o korku dolu acıya katlanmasının sebebi dünyaya getireceği evlat sevincidir. Gerilimi, doğum sancısı ve korkusu yaşamak istemeyen anneler keyfi olarak sezaryenle doğum yapan anneler gibidir. Sezaryenle doğum ancak belli gereklilikler halinde bebek ve annenin sağlığı için muhteşem bir kurtarma operasyonudur asla keyfi bir doğum biçimi değildir. İşte oyuncular sahnedeki o doğum anının geriliminden ve korkularından kurtulmak için keyfi olarak sezaryenle çocuklarını dünyaya getirirler. 
Normal bir doğum sancısı daha perde açılırken gerilimle başlar ve oyuncu karakterinin sahnedeki son nefesine kadar o gerilimi hisseder. Ve perdenin kapandığı ana kadar hissedilen gerilim oyuncuyu sahnede hep diri tutar. Önceki oyunlardan arta kalan deneyimleri bir sonraki oyunda bire bir vermeye çalışan oyuncu o bahsettiğim resim karelerine sığınır ve bu durum oyuncunun sahne karakterine yansır. Bir nevi kolaya kaçış olan bu ruhsuz tekrarlar aslında farkında olmadan oyuncunun sahnedeki intiharına sebep olabilir. Oyuncu nasıl olsa yaparım rahatlığı da aslında gerilim barındırır ve bu gerilimin adı ‘tırak’ tır. Eğer oyuncu deneyimliyse bu olayı erken atlatır ve oyuna kaldığı yerden takip eder. 
 
Tiyatro sahnesinde toplu intihar…
Otuz küsur yıldır sahnenin kenarında, köşesinde gerek oyunculuk gerekse yönetmenlik yaptım ve ilk defa toplu intihar durumuyla karşılaşmıştım. 
Bir adam yaratmak adlı oyunumuzun Konya turnesinde seyircilerin yoğun ilgisiyle salon tıklım, tıklım dolu ve oyuncularımız profesyonel olsalar da her zaman ki heyecan oyun öncesi bariz bir şekilde belli oluyordu. Birinci perdenin başlarında oyun karakterlerinden gazete patronu Şeref sahneye girdikten kıs bir müddet sonra diğer karakterlerden Doktor nevzat
 ''gazete nasıl gidiyor şeref bey'' sözüyle içeriye girip sohbete dahil olduğu bölüm oyunun serim diye tabir ettiğimiz oyunculuk açısından en kolay sahnelerdir. O güne kadar sahneye oyunumuzda bir kez dahi oyunculuk adına aksaklık olmamıştır. O akşam sahnede Hüsref karakterini 650 sahnede canlandıran bendeniz ufak bir dikkat dağınıklığı sebebiyle hayatımda yaşamadığım bir korkuya tanık olmuştum. Sahnede diğer karakterlerin rolleri devam ederken ben yanımdaki şeref rolündeki E.Ö kardeşimle sahne sıramızı beklerken kendi aramızda sessizce bir önceki oyuncunun hatası üzerine bir iki kelam ettik. Bu kelam sahnesi aslında oyunun orijinal rejisinde var ama bizler daha önce o sahnede sohbet ediyormuş gibi dudak oynatırdık ama o gün farkında olmadan oyun hakkında konuştuk. Bu bizim konuşmamız seyirciye karakterlerin muhabbetine ortak olmayıp kendi aramızda muhabbet ediyormuş izlenimi vermek için yönetmen tarafından konulmuş ama sadece görüntüye dayalı dudak oynatma sahnesiydi. Ben ve oyuncu arkadaşım E.Ö muhabbet ederken ara sıra nevzatla şerefin konuşmalarını göz ucuyla da olsa takip ediyor olmamız gerekiyordu bu küçük sahneyi de ister istemez o kelam yüzünden atladık. Sahnedeki Nevzat Bey bizim muhabbetimizi bölüp bana yazmış olduğum oyunum hakkında methiyeler yağdırıyor ve bende cevaben ''çok naziksiniz şeref bey, fakat bu derecesi fazla okuyucunun alakasını tek bir nokta üzerinde tutmamam lazım, dünyada meraka değer dana neler var '' demem gerekiyordu... Lakin biz bir önceki sahnede öğrencimizin performansıyla ilgili yaşadığı sıkıntıyı konuşurken geriye döndüm sahnedeki  diğer karakterler Şerefle nevzatın konuşmasının bittiğini fark ettim ve neden konuşmuyorlar diye öylesine bir baktım. Bakmaz olaydım, sahnedeki diğer oyuncu arkadaşlarımın hemen hepsi tıpkı benim onlara baktığım gibi bana bakıyorlardı ve ben şüpheye düşerek onların neden bana baktığını hatırlamaya çalışırken yanımdaki rol arkadaşım Mansur’un yüzüne baktığımda o da bana bakıyor ama gözlerine sanki bir perde inmiş öylece umarsız bakıyordu o an yanımdaydı ama değildi…
Ortada ters giden bir şey vardı ben dahil sahnedeki oyuncu arkadaşlarımızdan biri repliğini unutmuştu ve herkes on kim neyi unuttuğunu bilmiyordu…
Bu anlattıklarım hepi topu iki ya da üç saniyelik bir telaştı ve o an kim konuşacak, sıra kimdeydi bekleyişinde oyuncular renkten renge giriyordu…
Sahnede her usta oyuncunun başına gelebilen bir nevi sessiz ölüm vakası olan ''trak'' her oyuncunun başına gelebilirdi. Ama bu durum sahnede bulunan diğer oyuncu arkadaşları tarafından çaktırmadan cümle içinde şifreli kelimeleri tekrarlayarak o oyuncuyu ölüm halinden çıkarırlardı… Ama sahnede aynı anda tüm oyunculara trak gelmesi olacak iş değildi… Ben bir şey unuttuğumun farkındayım ve argo tabirle mal gibi bakıyordum ama diğer oyuncularında bana eşlik ediyor olması ve hemen hepsinin mimiğinde eyvah sanırım ben unuttum galiba duruşu olması tuhaf bir durumdu…
Birileri bir şey unuttuğunu biliyordu ama kim neyi nerde nasıl unuttuğunu bilemiyordu… Yani anlayacağınız o durumda tabiri caizse kim öküz, kim tren belli değildi… Sonrasında aklıma ilk gelen repliği ortaya attım ve karşımdaki arkadaş cevabını verdi ve oyun normal seyrine dönmüştü ve oyuncular normal şekilde oyun seyrine dönmüştü…
Yani anlayacağınız çok sık olmasa da bazen sahnede böyle Toplu intihar sahneleri olabiliyordu ve o gün sessiz ölüm bize rast gelmişti… Perde bitti kulise döndük ve ben dahil herkeste bir suçluluk duygusu vardı ve süt dökmüş kedi gibi kuyruklarımızı apış aramıza almış bakışlardan malumat almaya çalışıyorduk…
Sonrasında arkadaşlardan birisi oyunun metnini getirdi ve oyunun o bölümdeki sayfasını okuyunca suçlu ortaya çıkmıştı ve o kişi ne yazık ki bendim…
Hayatım boyunca unutmayacağım bir hatanın aklıma kazınan sahnesinde birbirine anlamsızca bakanlar korosunda bir orkestra şefi gibiydim ve ben elimdeki çubuğu düşürdüğümden habersizce koroyu yönetiyordum… Buradan çıkan sonuç asla ve asla oyun içerisinde karakterinizin ruh halinden çıkmamaya özen gösterin yoksa bizim düştüğümüz bu durum sizinde kapınızı çalabilir. Unutmamamız gereken şey sahnedeki hayat, tiyatro sanatının canlı bir organizmasıdır. Bu canlılık oyuncunun sahne heyecanıyla orantılıdır. Bu heyecan sayesinde oyunlar seyirci karşısında en büyük alkışları alır. Bir oyuncu gerek ezber eksikliği, gerekse oyun içerisinde karakterinden kopuk bir durum sergiliyorsa bu canlı organizmayı kasten öldürmek istiyor demektir ve bu durum sahnede büyük gerilimin habercisidir.
 
 
Yorumlar


Hiç Yorum Yapılmamış. İlk yorumu siz yapın...